4 Ağustos 2010 Çarşamba

tiner bağımlısı biriyle edilen sohbet

insanın kendini tanıması, kendini bulması için bazen risk alması ve sınırları zorlaması gerekebiliyor,

kafamın karışık oldugu bir gün şehrin kalabalık ilçelerinden birinde dolaşırken dinlenmek için bir taşın üzerine oturdum 5 dakika kadar sonra yanıma tiner bağımlısı benden yaşça küçük olan bir çocuk geldi. Ses etmeden yanıma oturdu ve kendi kendine mırıldanıyordu, yanına biraz daha yaklaşarak sigaran var mı diye sordum.

Tinerci şaşırmıştı, alışık değildi kendisinden sigara istenmesine, hep o istiyordu yoldan gelip geçenlerden, çıkardım bir sigara uzattım ve beraber sigara içerek muhabbet etmeye başladık.

Kafası biraz cilalı olduğu için çok mantıklı cümleler kuramıyordu fakat anlıyordum demek istediklerini, uzun uzun anlattı, başından geçenleri, yaşadığı ilginç olayları neden tiner çektiğini.

Ayrılırken söylediği söz anlamlıydı, kendimi ilk kez diğer insanlardan farksız hissettirdin dedi.

Benim için önemliydi, hem yaşayarak tecrübe edemeyeceğim olaylar öğrenmiş oldum, hemde sınırları, klişeleri bir tarafa bırakmış olmanın mutluluğunu yaşadım buna artı olarak bir insana bir günlükte olsa kendini iyi hissettirdim.

Anlamların kaybolduğu anda sabitinizi bulun

Evet, hayat bazen herkes için anlamsızlaşabilmekte, işten, aşktan, aileden bir anda içini duygu veya ihtirasla doldurduğunuz herşeyin birden boşaldığını hissettiğiniz anda oluyor bu daha çok.

İnsanı umutsuzluğa ve derbederliğe itiyor, kendinizi küçük bir çocuk gibi çaresiz hissediyorsunuz ve kendinizi bu ruh halinden çıkarmak istiyorsunuz fakat o kadar çaresizsiniz ki bu gücü kendinizde göremiyor ve harekete geçemiyorsunuz.

Peki ne yapmalı anlamları boşalmış olgularımızı tekrardan anlamlandırmak için, bu durumda bir eski bir yeni kuralını hayaya geçirmemiz gerekiyor, bundaki amaç geçmişte size anlamlı gelen bir şeyi bünyenize katıp ondan güç alarak yeni bir akıma girmeniz ve yeni anlamlar bulmanızdır.

Kısaca örnekleyerek anlatacak olursam, size mutluluk ve güven veren bir arkdaşınızı veya size mutluluk veren bir eşyanızı yanınıza alarak bilmediğiniz tanımadığınız bir ortama girerek yenilik peşinde koşun, bunu yaparken eşya/kişiden güç alın, hiç tanımadığınız bir insanla diyaloğa girmeye çalışın, merhaba diyin erkek/bayan ayırmayın, onun tecrübelerini emin, reddedilirseniz yılmayın, kendini bilen bir insanın merhabasına çok az kişi kaba veya kötü karşılık verecektir, deneyin bunu denemek bile özgüveninizi yerine getirecek ve sizde istemeden de olsa bir farkındalık yaratacaktır.

Klişelerden kurtulun hergün gittiğiniz cafeden hergün aynı şeyi içmeyin, adını söyleyemediğiniz, tadı hakkında en ufak bir fikir bile yürütemeyeceğiniz içeceği için, farklı masaya oturun, cep telefonunuzla uğraşmayın etrafı gözlemleyin (rahatsızlık vermeden) inanın pozitif insanların elektriğinin kendi üzerinde toplandığını hissedeceksiniz.

Bunları yaparken mutlaka ama mutlaka etik kuralları dışındaki utangaçlık duygunuzu evde bırakın.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Çok istediğin, beklediğin, ve işte o an!

Herkesin vardır bir beklentisi, kimisi gayret gösterir, kimisi bekler istediğinin kendisine gelmesini.

Ne takıntı yapılmalı istekler, ne de çabuk pes edilmeli. Beklenen şeyin güzelliğine, ne kadar istediğinize, ona ulaşmak için neleri göze alabileceğinize ve doğru an geldiğinde hayat size onu veriyor. Hayat sandığınız kadar acımasız yada sürekli size zarar verecek türden olayların haricinde kendi yolunuzu açmayı başardığınız anda daha yaşanılası ve tad verici bir hal alıyor.

Beklenen şeyin gerçleşmesi ve hatta umduğunuzdan, hayal ettiğinizden, sınırları zorlayacak güzelliklerle buluştuğunuz an ayaklarınızın yerden kesildiği an olarak tarihteki yerini alabiliyor.

Hayatı basite indirgeyebildiğiniz kadar mutlusunuzdur aslında, umut dolu yarınlarım olacağına, güzel dünlerim olsun diyorsanız ki bence doğru olanıda budur.

Bırakın yarın kaygısı ile yaşamayı bir kenara bulunduğunuz AN'dan daha önemli bir zaman dilimi yok aslında, yaşanılan anın tadını çıkarmadıktan sonra ancak mutlu olmayı umut etmekle geçen yılları bırakırsınız ardınızda.

Evet, dün çok istediğim beklediğim hayalini kurduğum bir olay geçti başımdan ve gerçekten baş döndürücüydü. Hala başım dönüyor..

20 Temmuz 2010 Salı

Nedir seni kısıtlayan şey?

Herkes birşeylerden kaçıyor, yapmak istiyor yapamıyor!

Insan doğası gereği özgür yaşamak isteyen bir canlıdır tabi istisnaları bu genellemeye herzamanki gibi dahil etmiyorum.

Peki nedir bu özgürlük dediğimiz olgu? Gözlemlediğim kadarıyla bir çok insan yapmak istediği şeyleri belirli olguları yıpratmamak, toplumun tabularını yıkmamak için yapmıyor ve içine atıyor. Bu durum insanı ister istemez çelişkilere ve farketmesenizde hafif depresyonlara itebiliyor.

Şu örnekle kısaca açıklayalım, yaptıklarınız arabanın ön tekerlekleri olsun, yapmak isteyipte yapamadıklarınız ise arka tekerlekler olsun. Yaptıklarınız ileri doğru gitmeye çalışırken, yapamadıklarınız arkaya doğru gitmek isterse hem ilerleyemezsiniz hemde belli bir süreden sonra bazı arızalarla karşı karşıya kalırsınız.

Kısacası içinizdeki karakterle, yansıttığınız karakter arasında uçurumlar varsa, bu durum hem sizi yıpratır, hemde zamanla sizi mutsuzluğa ve umutsuzluğa iter.

Peki insanlar neden yapmak istediklerini yapmazlar, cevap basit aslında, klişeler, doğru sandığınız yanlış öğretiler. Genelde içindeki duyguları harekete dönüştüremeyen insanların kurdukları cümleler şu yöndedir.

- Ama nasıl açıklarım?
- Arkadaşlarım nasıl yorumlar?
- Bana gülerler.
- Dalga geçerler.
- Komik duruma düşebilirim.
- Rezil olurum.
- Utanırım.
- Antipatik gözükürüm. vs.

bu ve buna benzer kendini kötü hissettirecek olaylara maruz kalmaktan korkarlar.

Mutlu olmak için egolarınızı bir kenara bırakın, yaptığınız iş, statünüz, aile çevreniz ne olursa olsun mutlu olacağınıza inandığınız bir hareketi/düşünceyi sırf elalem ne der yüzünden erteliyor yada geciktiriyorsanız, siz özgür ve özgüvensiz bir insansınız demektir.

Istiklal'de yürürken çalan müzikte göbekmi atmak istiyorsun? kız arkadaşınla dansmı etmek istiyorsun, 2 saniye bile düşünme hemen harekete geç, sevdiğinemi açılamıyorsun yarını göremeyebilirsin hemen harekete geç emin olun kaybeden siz olamaycaksınız.

Egolarımızı ve kendimizi kahkalardan koruyan o asalet zırhını bir kenara bırakın ve hayattan zevk almaya bakın. Kimse size yarını garanti edemez.

3 gün sonra ölmeyeceğinizin garantisini kimse veremiyorsa eğer, kimsenin kahkahası yüzünden kendinizi zincirlere hapsetmeyin.

Çıkartın ego şapkanızı ve kurtulun zincirlerinizden başkasının tercih ettiği veya övdüğü asil hayatı değil, kendinizi iyi hissedebileceğiniz bir hayat yaşayın.

Kiralık hayatlardan sıkılmadınız mı? -1-

Hayat hayat hayat,

Kimimiz lüks bir doğumhanede, kimimiz evde, kimimiz ise tarlada, bağda bahçede ama doğuyoruz ve işte o an hayat denen süresi belli olmayan bir yolcuğun startı veriliyor. Nerde doğacağımızı, kime anne diyeceğimizi, adımızın ne olacağını kısacası hiç birşeyi kendimiz belirleyemiyor yada seçemiyoruz.

Yani kısacası hayata 1-0 mağlup olarak başlıyoruz, ve başlıyoruz büyümeye..

Ergenlik süresine kadar aile-çevre-okul tarafından yönlendirilerek belli bir karakter yumağı halinde kendimizi bulmaya çalışırken gene kendi tercihlerimizin yapılmasına izin verilmiyor ve çevrenin manipule ettiği kalıp bir karakter olarak yaşamdaki yerimizi alıyoruz.

Peki ya sonra, işte bu noktadan sonra yol ikiye ayrılıyor;

İçinde bulunduğunuz toplumun kurallarını benimseyerek belkide hiç içinize sinmeyecek işler yapıyorsunuz, düşünceler ediniyorsunuz kendinize, fakat hayat o kadar kısa ve başkasının hayatını yaşamayacak kadar acımasızki mutsuz ve kurulmuş birer robot halinde yaşam size ne verirse onu almaya daha fazlasını isteme veya arzulama hakkını ve cesaretini kendinizde göremiyor/bulamıyorsunuz.

Kim olursanız olun, ne olursanız olun ama aynı olmayın bir şekilde başkalaştırın kendinizi, sürü toplumundan, öğretilmiş çaresizlikten arındırın kendinizi.

Yazıyı daha fazla uzatıp ilk post'tan sizleri sıkmak istemiyırum ama bu burda bitmeyecek, yazının devamını en kısa sürede yazacağım.

Şimdi söyleyin bakalım siz kimin hayatını yaşıyorsunuz?